Kıbrıs Barış Konseyi’nin toplantısında
Dünya Barış Konseyi Yürütme
Sekreteri İraklis Çavdaridis’in yaptığı konuşma
22 Eylül 2012 – Lefkoşa
“Akdeniz
ve Orta Doğu bölgesine yönelik emperyalist planlar ve halkların barış için
mücadeleleri”
Değerli ortak
mücadele arkadaşlarımız, sevgili dostlar,
Dünya Barış
Konseyi’nin, yüzü aşkın ülkedeki antiemperyalist ve barış yanlısı örgüt ve
hareketin yürekten selamlarını getiriyorum. Kıbrıs Barış Konseyi’nin
gerçekleştirdiği bu toplantının konusu bugün her zaman olduğundan daha fazla
gündemdedir. Öncü ve enternasyonalist tutumlarından dolayı bu etkinliğin
organizatörlerini tebrik etmek istiyorum. Kısa bir süre önce Nepal’in Katmandu
kentinde yapılan kongremizde Kıbrıs Barış Konseyi’nin en yüksek organımız olan
Dünya Barış Konseyi Sekreteryası’na seçilmesinden gurur duyuyoruz.
Burada
Kıbrıs’ta üçüncü üçlü toplantımızı gerçekleştirdiğimiz bu günlerde savaş
tamtamlarının sesi yükseliyor ve Yugoslavya, Afganistan, Irak ve Libya’daki
yapılan emperyalist savaşların ve müdahalelerin ardından, emperyalistler bir
savaş için daha hazırlıklarını yapıyorlar. Tekellerin piyasalarda daha büyük
paylara sahip olması ve kârlarını daha fazla arttırmaları için emperyalist
güçlerin ana hedefi zengin petrol, doğalgaz ve su kaynaklarının, enerji nakil
yollarının denetimi ve sömürülmesidir.
Gerek enerji kaynakları, gerekse
jeostratejik konumu açısından Orta Doğu yıllardır emperyalizmin hedef aldığı
bölge olmaya devam ediyor. Başlangıçta ABD’nin üzerinde çalıştığı ve 2004
yılından itibaren NATO’nun ve NATO üyesi ülkelerin yönetimlerinin planı haline
gelen “Büyük Orta Doğu” projesi “demokratikleşme”den söz etmekte, yani
kendisine dost rejimlerin kurulmasını hedeflemekte ve bunun için de siyasi
müdahaleler, çok uluslu şirketlerin ekonomik sızmaları, medya aracılığıyla
ideolojik yönlendirme, ekonomik yaptırımlar, şantajlar ve hatta askeri müdahale
ve saldırılar dâhil olmak üzere, tüm araçlar kullanmaktadır. Ayrıca çeşitli
halklardaki etnik, ırksal ve azınlıksal anlaşmazlıkların yanı sıra son yıllarda
dini unsurlar da yoğun bir biçimde kullanılmaktadır.
Tüm bunlarda ABD, NATO ve AB el ele
birlikte hareket ediyorlar. Politikaları ve savaşları ile saçtıkları acılara,
açlığa ve ölümlere gözlerini kapayıp, sadece büyük tekellerin çıkarlarına
hizmet ediyorlar. Sivil nüfus ve insan hakları hakkında sözde gösterdikleri
ilgi onların gerici doğalarını örtemiyor; derin kapitalist ekonomik krizin
yaşandığı koşullarda sistemin krizinin sonuçlarını yönetebilmek için daha da
saldırgan oluyorlar.
Kriz emperyalizmin saldırganlığını
arttırmakta, emperyalistler arası rekabeti keskinleştirmektedir. Yeni
müdahalelerin, daha öncekilerinden daha büyük savaşların yaşanması tehlikesini
arttırmaktadır.
18 aydır Suriye bu durumla kaşı
karşıyadır.
Küresel kapitalist kriz koşullarında,
2011 Mart’ında Suriye’de başlayan ve binlerce insanın ölümüne yol açan silahlı
çatışmada, bölgesel ve küresel emperyalist güçlerin çatışmasında yabancıların
Suriye’nin iç işlerine müdahaleleriyle bağlantılı bir biçimde sürekli olarak
yeni gelişmeler yaşanmaktadır.
Esat rejiminin yıkmak için yapılacak
yabancı bir askeri müdahalenin uluslararası alanda “meşrulaştırılmasını”
engelleyerek, Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde son aylarda uyguladığı üç
vetodan sonra, silahlı rejim aleyhtarlarının desteklenmesine yönelik
operasyonun ABD, NATO, Arap Birliği, Fransa ile Türkiye, Katar, Suudi Arabistan
gibi “bölgesel aktörler” tarafından güçlendirildiği görülmektedir.
“Uçuş yasağı konulan bölgeler”,
göçmenlerin korunma bölgeleri” konularındaki tezler ve aynı zamanda rejim
aleyhtarlarının hükümetini tanıma hareketleri emperyalist bir saldırının
hazırlık planı çerçevesindedir.
Aynı esnada Obama’nın Esat rejimini
(kimyasal, biyolojik) kitlesel imha silahları kullanmamaya çağırması ve ABD’nin
bunu bir “kırmızıçizgi” olarak gündeme getirmesi Irak’ta olduğu gibi, olası bir
provokasyon ve askeri müdahale için zemini hazırlama hareketleridir.
Emperyalist güçler planladıkları
askeri müdahale çerçevesinde Doğu Akdeniz ve İran körfezine askeri güç yığmaktadırlar.
Şu ana kadar ABD, NATO ve AB’nin
Suriye’ye müdahalesini erteleyen ve engelleyen temel unsur Suriye’nin Tartus
limanında askeri üssü olan Rusya’nın ve Suriye’deki rejimi destekleyen Çin’in
tutumudur.
Doğu Akdeniz, İran körfezi ve orta
Asya’ya yönelik çıkarları bu güçlerin tutumunu belirlemektedir.
Suriye hükümetinin temel bir desteği
de İran ve Hizbullah’tır. İran Esat rejiminin devrilmesi durumunda kendi
çevresindeki “çember”in daralacağını bilmekte ve Suriye’ye siyasi, ekonomik ve
askeri destek sunmaktadır.
Suriye’deki silahlı çatışmanın tüm
bölgeyi etkilemiş olduğunu Lübnan’daki ve Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde
yaşanan çatışmalar göstermektedir. ABD’de gösterilen ve İslamcıları aşağılayan
provokatör filmin de tetiklediği tepkilerle durum daha da gerginleşmiştir.
İran liderliğini devirmek hedefiyle
son aylarda uygulanan petrol ambargosu ve diğer müdahaleler İran’a karşı
emperyalist saldırganlığın yoğunlaşmasının göstergeleridir.
İran’ın nükleer programına yönelik
müdahaleler ve baskılar İsrail’in İran nükleer tesislerini bombardıman etme
tehditleri ve planlarıyla da bağlantılıdır.
Suriye’de bir değişikliğin ve
Lübnan’da istikrarsızlığın İsrail’in İran’a yönelik planlarını kolaylaştıracağı
ve bu planların uygulandıkları takdirde bölgemizde nice insanın yaşamını
kaybedeceği ve daha nicesinin göçmen olacağı ve büyük maddi yıkımlara neden
olacak genel bir savaşa yol açacağı açıkça görülmektedir.
Dünya Barış Konseyi’nin her zaman dile
getirdiği ilkesel tezi tekrarlamak istiyoruz. Her ülkenin rejimi ve değişimi o
ülkenin halkının kendi meselesidir ve bunlar dışarıdan dayatılamaz. Orta
Doğu’da var olan hükümetler hakkında herkesin taşıdığı düşüncelerden bağımsız
olarak, çeşitli gerekçelerle dayatılan her tür dış politikaya ya da askeri müdahaleye
ve emperyalist savaşlara köklü bir biçimde karşıyız.
Dünya Barış Konseyi bu ilkelere
tutarlı bir şekilde bağlı kalarak, Suriye’deki durumla ilgili olarak net bir
tavır aldı ve 2012 Nisan ayında Dünya Demokratik Gençlik Federasyonu ile
birlikte Şam’a ve diğer kentlere Suriye halkı ile uluslararası dayanışma
kafilesi gönderdi.
Geri kalan bölgede de durum benzerlik
arz etmektedir.
Irak’ta yıkım, ülkenin soyulması ve
halkın kıyımı sonrası kendilerine dost bir rejim kurulmuş durumdayken de
yabancı işgal başka biçimlerde devam ediyor. Ürdün’de Suriye’ye olası
müdahalede bulunma bekleyişi içinde Amerika’nın eski paralı askerleri
toplanırken, ABD askerlerini Irak’tan Afganistan’a “aktardı”.
İsrail’in yanında, 1967 sınırları
içinde ve başkenti Batı Kudüs olan bağımsız, demokratik bir devlet için
Filistin halkının verdiği mücadele ABD’nin, İsrail’in ve AB’nin tavrı nedeniyle
zorluklarla karşılaşıyor. Üniter bir devlet planı ileri sürülüyor, bölgeye
yerleşimci taşınmasına devam ediliyor. Kabul edilemez duvar varlığını koruyor
ve binlerce Filistinli hapislerde tutuluyor.
Kuzey Afrika’da işçilerin ve halkın
mücadelelerinin geliştiği özellikle Mısır’da ve Tunus’ta büyük eylemler sonucu
halk karşıtı rejimler devrildi. Ancak bunu izleyen gelişmeler bu durumu “Arap
baharı” olarak niteleyenleri haklı çıkarmadı. İşçiler, çiftçiler ve milyonlarca
yoksul insan açısından Mısır ve Tunus’ta gerçekten ne değişti? Bu ülkelerin
zenginliklerinden kimler faydalanıyor ve işletmeleri kimler yönetiyor? Yeni
rejimlerin ABD ve İsrail karşısında izledikleri politikalar ne?
Halk karşıtı politika yeni hükümetler
tarafından da devam ettiriliyor ve halklar, halkın çıkarına olmayan
siyasi-dinsel çözümlerin esiri edilmeye çalışılıyor.
Libya’ya karşı emperyalist savaşın
hedefi bu ülkenin zenginliklerini yağmalayan emperyalist güçler tarafından
kontrol edilmesiydi. NATO’nun ve müttefiklerinin saldırılarına ve
müdahalelerine karşı birçok ülkede gerçekleştirdiği gösterilerle Dünya Barış
Konseyi daha ilk andan itibaren tutarlı ve ilkeli bir tutum ortaya koydu.
Bugünkü durumda Dünya Barış Konseyi’nin tezleri bir kez daha doğrulanmakta ve
birinci sorumlu olarak hem ABD’nin, Fransa’nın, Britanya’nın ve Körfez
krallıklarının, hem de Libya’ya saldırı yolunu açan BM Güvenlik Konseyi’nin
kararını engellemeyen birçok hükümetin ortak sorumluğunu açıkça gözler önüne
sermektedir.
Türkiye’nin Kıbrıs aleyhine tehditleri
yoğunlaşmakta, İsrail ile çelişkiler keskinleşmekte, Lübnan halkına karşı
saldırganlık artmaktadır. Suudi Arabistan tarafından istilası sonrası doğal
olarak büyük uluslararası medyanın sözünü etmediği Bahreyn’de işgal
sürmektedir.
Türkiye sermaye sınıfı ekonomik ve
askeri gücünü kullanarak, enerji alanında stratejik role sahip olmayı
hedeflemektedir. Bölgenin doğal kaynaklarından ve pazarlarından daha fazla pay
almaları için Türk tekellerinin Balkanlar’da, Kafkaslarda, Karadeniz’de,
Akdeniz’de ve Orta-Doğu’da çıkarları, dini duygular da istismar edilerek,
planlı bir biçimde ileri götürülmektedir. Kıbrıs topraklarının %37’sinde işgalini
sürdüren Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ve egemenlik haklarını tehdit
etmektedir.
Bu noktada, Dünya Barış Konseyi’nin
Kıbrıs sorunuyla ilgili tezini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Dünya Barış
Konseyi tarihsel olarak hep Kıbrıs halkının yanında oldu. Özellikle Kıbrıs’ın
bir bölümünün istila ve işgale uğraması üzerine Kıbrıs halkıyla dayanışmasını
arttırdı. İşgalin sona ermesi, Kıbrıs’ın ve Kıbrıs halkının yeniden birleşmesi
mücadelesinde en ön saflarda yer aldı. İki toplum arasında yeniden yakınlaşmayı
destekledi. Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, Maronit, Ermeni ve Latin, tüm
Kıbrıslıların ortak vatanının iki bölgeli iki toplumlu bir federasyon temelinde
barışçıl bir biçimde yeniden birleşmesi için hakemlikler ve vasiler olmaksızın
iki toplum arasındaki görüşmeleri destekledi ve desteklemeye devam etmektedir.
Ve eğer Kıbrıslılar baskılar olmadan, gerçekten özgür bir biçimde böyle bir
çözümün gerçekleşmesi kararını aldıklarında, üzerinde hiçbir yabancı askerin ve
üssün olmayacağı, emperyalist örgütlerde ve ittifaklarda yer almayan bir
Kıbrıs’a ulaşacaklarından eminiz.
Kimileri için kıtaların kavşağındaki,
kimileri için “batmayan savaş gemisi” olan Kıbrıs’tan, Dünya Barış Konseyi
olarak, yabancıların Suriye’nin iç işlerine karışmasına karşı olduğumuzu ilan
ediyoruz.
NATO üyesi ülkeler olarak Yunanistan
ve Türkiye’yi, topraklarındaki Britanya üsleriyle AB üyesi olarak Kıbrıs’ı
içeren ve İran aleyhine olan emperyalist planlara karşı olduğumuzu ilan
ediyoruz. Suriye ve İran aleyhine yeni bir emperyalist askeri müdahalenin
sonuçlarının üç halk için de yıkıcı olacağının altını çiziyoruz.
Orta Doğu’da emperyalizmin
cinayetlerine iştirak etmeye ve göz yumulmasına kesinlikle karşıyız. Halklar,
örgütlü işçi ve halk hareketleri emperyalistlerin planlarını uygulamalarına
geçit vermemelidir. Emperyalistlerin planlarına alet olmayacağız.
Türkiye Barış
Derneği Başkanı Aydemir Güler tarafından yapılan konuşma
Akdeniz ve
Ortadoğu'da emperyalist müdahaleler ve halkların barış mücadelesi
Lefkoşa - 22
Eylül 2012
Değerli arkadaşlar,
Bölgemizin hareket hızını izlemek kolay değil. Son
haftalar İslamcı akımların ABD karşıtı gösteri ve eylemlerine sahne oldu ve
karşımıza son dönemden farklı bir konjonktür çıktı. Son dönem derken “Arap
Baharı”nı kast ediyorum. Arap Baharı sözcüğünün pozitif çağrışımlarının bir
yalan olduğunu biliyoruz, bilmeliyiz. Emperyalistler on yıllarca özgürlükten,
demokrasiden söz etmişlerdi sosyalizme karşı. Sosyalist ülkelerin çözülüşüne
devrim adını takmaya bile kalktılar. Ortadoğu'da baharın ardından çıkan İslamcı
gericilik ile emperyalizm arasındaki ittifaktır.
Bizim geldiğimiz ülke, Türkiye, bu ittifak açısından
deneyimlidir. AKP iktidarı geniş kesimler tarafından demokratikleşme, eskimiş
militarist rejimin çözülmesi olarak görüldü, siyasal ve toplumsal reformlar
konusunda, Kürt ve Kıbrıs sorunlarının çözümü konularında beklentiler yükseldi.
Oysa bu aldatmacadan Türkiye tarihinin en işbirlikçi, en emperyalizm yanlısı ve
en gerici, şeriatçı düzenlemeleri çıktı.
Bölgemizde olan da bunun benzeridir. Ortadoğu baharı,
iktidarı Soğuk Savaş döneminde şekillenmiş yapılardan almış, emperyalizmin yeni
İslamcı işbirlikçilerine devretmiştir. Bunu halklara medeniyetler ittifakı
olarak pazarlamaya kalkıyorlar. Emperyalist hegemonya altında, insan aklının
esir alındığı koşullarda medeniyet olabilirmiş gibi...
Şimdi son birkaç haftalık konjonktür ise emperyalizmin Hıristiyan
fanatizmi olmaksızın yapamayacağını gözler önüne serdi. Libya'da Amerikan
diplomatik temsilcilerinin öldürülmesine varan gelişmeleri bir nefret filmi
tetiklemişti. Bu filmin ABD'de yaklaşan seçimlerle ilgisi olabilir, İsrail'in
aktif taşeron rolünü paylaşmak istememesi, ağırlığının azalmasına direnmesi söz
konusu olabilir, ABD bölgede dolaysız müdahaleler için mazeret bulmak istiyor
olabilir... Bunların hepsi birden doğru olabilir. Ama sonuçta Ortadoğu'da böyle
bahar olmayacağı açıktır.
Bölgemiz emperyalist müdahalelere karşı korunmasız ve
açıktır. Bölgemizde fanatizm yükselmektedir. Bölgemiz ülkeler arası savaşların
eşiğine taşınmıştır. Bölgemiz Sünni ve Şii İslam arasında bir Müslüman iç
savaşına doğru ilerlemektedir.
Barış mücadelesi her zamankinden daha önemli hale
gelmiştir. Barış mücadelesinin içeriği konusunda ise mutlak bir hassasiyet
göstermemiz gerekiyor. Bu mücadele ideolojik, siyasi içeriği belirsiz ve gevşek
bir savaş karşıtlığıyla yürütülemez. Bugün barış mücadelesinin birinci ilkesi
anti-emperyalizm olmak zorundadır. Emperyalist müdahale fanatizm ve dinci
gericilikle bütünleşiyorsa, barış mücadelesi ilerici, aydınlanmacı konum almak
zorundadır. Dünya Barış Konseyi budur. Dünya Barış Konseyi çatısı altında bir
araya gelen örgütlerimiz dünyaya böyle bakmaktadır.
Değerli dostlar, kardeş Kıbrıs'ın ilerici, barışsever
insanları,Türkiye'de barış kavramı dendiğinde bir değil bir sürü başlık
sıralıyoruz. Kıbrıs diyoruz, Kürt sorunu diyoruz, Irak diyoruz, Ermeni sorunu
diyoruz. Ancak son zamanlarda acil hale gelen, hepsinin önüne geçen Suriye'dir.
Türkiye Suriye'ye karşı yürütülen emperyalist ve gerici kampanyanın ileri karakolu konumundadır. Sınır şehri Antakya'da kurulan sığınmacı kampları, fiilen Özgür Suriye Ordusu denen toplama İslamcı çetelerin askeri üssü haline getirilmiştir. Bu uygulama sığınmacılarla ilgili bütün uluslararası düzenlemelere açıkça aykırıdır.
Türkiye Suriye'deki terör eylemlerinin destekçisi, silah
tedarikçisi konumundadır. Devletin ambulansları yalnızca yaralı muhalifleri
Antakya hastanelerine taşımamakta, aynı zamanda illegal silah sevkinde
kullanılmaktadır.
Bu savaş bir Alevi düşmanlığıyla paralel olarak yürütülüyor.
Bildiğiniz gibi Türkiye'nin güney bölgelerinde 300-350 bin arası Arap Alevi,
Nusayri nüfus yaşamaktadır. Bunların dışında yine Türkiye'de Türkçe, Kürtçe
veya Zazaca konuşan Aleviler nüfusun dörtte birini oluştururlar. AKP
iktidarının Suriye'ye yönelik müdahaleleri içerde de gerilimi arttırmaktadır.
Savaş kışkırtıcılığı Türkiye'de merkezi devlet
politikasıdır. Ancak toplumsal ortam bu politika doğrultusunda
biçimlendirilememektedir. Bahar aylarından bu yana Antakya'da sayısız barış
gösterisi düzenlenmiş, bunlar hükümet tarafından yasaklanmak istenmiştir. Genel
olarak kamuoyu barıştan yanadır.
Suriye'nin iki Türk savaş uçağını düşürmesiyle tırmanan
gerginlik, Temmuz ayında Şam'da üst düzey yöneticilere karşı düzenlenen suikastın
Ankara bağlantılı olduğu iddialarıyla kritik eşiğe gelmişti. Bu tablo Türkiye
kamuoyunun milliyetçi önyargılara teslim olması türünden sonuçlara yol açmadı.
Tersine Suriye politikası AKP iktidarı açısından son derece yıpratıcı bir hal
almaya başladı.
Barış Derneği olarak Suriye merkezli uluslararası
militarist kampanyanın bize sorumluluklar yüklediğini biliyoruz. Bu
sorumluluğun özü Türkiye'de Suriye halkıyla dayanışmayı güçlü kılmaktır. Bunun
parçası olarak Türkiye'nin içinde ve dışında konuyla ilgili olarak ilgili
çevreleri ve kamuoyunu daha hızlı, daha sistematik biçimde bilgilendirmek
durumundayız. Emperyalizme ve gericiliğe karşı Suriye'de bir set
oluşturulmalıdır.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de AKP döneminde Kürt ve Kıbrıs sorunlarının
çözümüne yaklaştığımız yolunda görüşler de yaygınlaşmıştı. Oysa bizim “İkinci
Cumhuriyet” dediğimiz rejimin Kürt halkına sunduğu barış, adalet ve kardeşlik
olmadı. Kan oluk, oluk akmaya devam ediyor, binlerce Kürt siyasetçisi, belediye
başkanı, aydın hapiste tutuluyor. Kürtlere boyunlarını eğmeleri karşılığında
Kürtçe yayın yapan bir devlet televizyonu ve okullarda seçmeli Kürtçe dersi
dışında bir şey sunulmuyor.
Barış Derneği Kürt halkını AKP'ye dönük beklentilerden
uzak durmaya çağırmaktadır. Buna paralel olarak, biliyoruz ki, bölgemizde
emperyalizm halklar arasındaki bütün sorunları istismar etmeye, manipüle etmeye
hazırdır. Barış Derneği olarak Kürt halkını emperyalist manipülasyonlara karşı
da duyarlı olmaya, Irak Kürtlerinin Amerikan işgalini destekledikleri örnekten
kaçınmaya, emperyalizme karşı kardeş halklarla el ele vermeye çağırıyoruz.
Kıbrıs sorunundaki temelsiz beklentilerin de başına aynı
şey geldi. AKP iktidarı Kuzey Kıbrıs halkını kendisine tamamen bağımlı bir
sömürge nüfusu olarak gördüğünü saklamıyor bile. Kuzey Kıbrıs Ankara için
kumarhane yatırımlarına uygun bir yerdir yalnızca!
AKP'nin milliyetçilik kulvarında da geçmiş dönemlerden farklı bir çizgi izlemeyeceğini yakın zamanda görmüş bulunuyoruz. Kıbrıs'ın doğal kaynaklarına sahip çıkması vazgeçilmez egemenlik hakkıdır. Ankara bu hakka karşı temelsiz bir demagojiyi yükseltmiş, işi savaş çığırtkanlığına kadar vardırmıştır.
Barış Derneği diğer bütün coğrafyalarda olduğu gibi
Kıbrıs'ta da yurtdışındaki Türk askerlerinin geri çekilmesini talep etmektedir.
Kıbrıs sorununun nasıl adil bir çözüme ulaştırılacağı açıktır ve uluslararası
belgelerde defalarca teyit edilmiştir. Bunun parçası olarak işgal kuvvetleri
geri çekilmeli, emperyalist üsler kapatılmalıdır.
Dünya Barış Konseyi üyesi kardeş örgütler olarak bize
düşen görevlerden biri de Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs halkları arasında
kardeşlik köprüleri kurmak, halklarımızın milliyetçi şartlandırmalara direnç
göstermelerini güvence altına almaktır. Burada üçüncüsü gerçekleştirmekte
olduğumuz Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan Barış Komiteleri buluşmasının
anlamlarından biri de budur.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Kıbrıs Barış Konseyi’nin toplantısında Yunanistan
Uluslararası Yumuşama ve Barış Komitesi Ulusal Konseyi üyesi Yorgos Halvaca’nın
“Akdeniz ve Orta Doğu bölgesine yönelik emperyalist planlar ve halkların barış
için mücadeleleri” konulu konuşması
Lefkoşa, 22-9-2012
Dünya Barış Konseyi’nin desteğiyle
gerçekleştirilen ve konusu “Akdeniz ve Orta Doğu bölgesine yönelik emperyalist
planlar ve halkların barış için mücadeleleri” olan bu etkinlik çerçevesinde
bugün Lefkoşa’da bir araya geldiğimiz Kıbrıs Barış Konseyi’nden
Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk ortak mücadele arkadaşlarımıza bizi davet etmelerinden
ve gösterdikleri sıcak misafirperverliklerinden dolayı yürekten eşekkür
ediyoruz. Türkiye’den ve Suriye’den gelen ortak mücadele arkadaşlarımızı
saygıyla selamlıyoruz.
Bu buluşmamız kapitalizmin daha önce
görülmedik derecede büyük bir krizinin yaşandığı bir dönemde gerçekleşmektedir.
Bu krizin etkilerini son yıllarda bütün halklar yaşamaktadır. Sermayenin dev
birikimi ile çalışanları ve halk katmanlarını sefalete sürüklemeksizin yatırım
yapmaması zaafı arasındaki çelişkiyi yaşıyoruz.
Bu
aşılamayan çelişkinin sonuçları emperyalist saldırganlığın artması, pazarların
ve bölgelerin paylaşımına, enerji kaynaklarının ve bunların ulaşım yollarının
kontrolüne yönelik olarak ABD, AB ve diğer geleneksel ve Rusya ile Çin gibi
gelişen emperyalist güçler arasındaki rekabetin keskinleşmesi, daha fazla
askerleştirme, nükleer ve konvansiyonel silahlanma yarışının artmasıdır.
Bölgemizdeki
enerji kaynaklarına ve enerji yollarına yönelik rekabetin arttığı, güçlü
emperyalist ülkelerin ve örgütlerin -İran ve Suriye’de yaptıkları gibi-
halklara ve devletlere karşı tehditlerini yoğunlaştırdığı koşullarda Orta
Doğu’da, Kuzey Afrika’da, Kıbrıs ve Filistin’de var olan durum ile Türk-Yunan
ilişkilerinde, Balkanlar’daki müdahalelerde ve sınır değişikliklerinde
yaşananlar dikkate alındığında, bölgemizde üzerinde emperyalist rekabetlerin
yaşandığı ve patlamaya hazır noktaların var olduğu görülmektedir.
Bu çerçevede, Ege ve Doğu Akdeniz’le
ilgili olarak Türk-Yunan meseleleri güncellenmekte, emperyalist düzenlemelerle
ve bölgemizin zengin kaynaklarının sömürülmesine yönelik olarak ABD-AB-Rusya ve
Çin arasındaki rekabetle doğrudan bağlantılı hale getirilmektedir. Onların daha
sonraki hedefleri Ege’nin ve daha geniş bölgenin çok uluslu şirketler ve ilgili
ülkelerin (örneğin Yunanistan’daki Vardinoyannis-Latsis Grubu gibi) özel
şirketleri tarafından birlikte sömürülmesinin yolunu açmaktır.
Ayrıca Ege’nin yönetimi ve kontrolü
için NATO’cu yeni düzenlemeler Yunanistan’ın egemenlik haklarının ve tüm
ülkenin emperyalist çarklar arasında ne kadar sıkışmış bir durumda olduğunu
açıkça göstermektedir. İster NATO’nun yeni yapısı, ister “füze kalkanı” olsun,
tüm bunlar Ege denizinde ve daha geniş olarak Yunanistan’ın egemenlik
haklarıyla doğrudan bağlantılı olan konulardır.
Tüm bunlar bölgenin operasyonel ve
askeri kontrolü ile Yunanlıların ve diğer halkların kendi ülkelerine ilişkin
konular hakkında kendilerinin karar vermesi hakkıyla ve aynı zamanda kıta
sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge ile ilgili gelişmelerle bağlantılı olarak
kendi toprakları, adaları ve deniz sahasında Yunanistan’ın savunma hakkıyla da
doğrudan bağlantılıdır. NATO’nun birleşik operasyon alanı konusu üye
devletlerin ulusal sınırları dikkate alınmadan 1990’lı yıllarda belli kararlara
bağlanmıştır. Türk-Yunan ilişkilerinde “gerilimin azaltılması” denildiğinde;
Yunan topraklarının, deniz ve hava sahasının güvenliği ve savunması konusunda
sorumluluğun NATO kurmaylarına verilmesi kastedilmektedir.
Türkiye’nin otuz yılı aşkın bir süre
boyunca yaptığı ihlallerin ardından, 25. Meridyenin doğusundaki alan NATO’un
mührüyle “gri bölge” haline getirilmiştir. Bunun anlamı içerisinde Yunan
adalarının ve deniz sahasının olduğu hava, deniz ve deniz altı bölgesine
yönelik olarak Türk hükümetlerinin yıllardır öne sürdükleri taleplerin ve
Ege’yi ikiye bölen bir hattın öne çıkarılmasıdır.
NATO’dan bulduğu destekle, Ege’de
tahriklerine devam eden Türkiye’nin tavrι nedeniyle iki ülke arasındaki
gelişmelerden yoğun endişe duyuyoruz.
Biz, Yunanistan ve Türkiye arasındaki
anlaşmazlıkların barışçıl bir şekilde çözümünden yana olmaya istikrarlı bir
biçimde devam ediyoruz ve halklarımız arasında barış, dostluk ve işbirliğinin
gelişmesini arzuluyoruz.
NATO’nun planlarına ve Ege’nin
NATO’laştırılmasına karşı kararlılıkla mücadele etmeye devam ediyoruz.
Ülkelerimizin NATO’dan çıkması, yabancı üslerden kurtulması için mücadele
ediyoruz. “Füze kalkanı” projelerini, ülkelerimizin Türk-Yunan ilişkileri, Ege,
Kıbrıs ve Balkanlar’la ilgili olarak NATO, ABD ve AB karşısındaki taahhütlerini
kabul etmiyoruz.
Yunanistan Uluslararası Yumuşama ve
Barış Komitesi Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak vatanı birleşik,
bağımsız ve egemen bir Kıbrıs için, Kıbrıs halkıyla dayanışmanın
güçlendirilmesi için istikrarlı bir şekilde mücadele etmeye devam etmektedir.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin topraklarında devam eden Türk işgalini mahkûm ediyoruz.
İşgalin sona ermesi, Britanya üslerinin ve bütün yabancı orduların adadan
gitmesi için verdikleri mücadelede Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin, tüm
Kıbrıs halkının yanında olduğumuzu, tam dayanışmamızı ve desteğimizi ifade
ediyoruz.
Hakemlikler ve takvimler olmaksızın
iki toplumun doğrudan ikili müzakerelerini destekliyoruz. İşgalin sona ermesi
için, BM kararları ve Doruk Anlaşmaları temelinde tek vatandaşlığı ve tek
uluslararası kimliği olacak, tüm Kıbrıslıların insan haklarının güvence altında
olacağı ve ülkenin gerçekten yeniden birleşmesini sağlayacak iki bölgeli iki
toplumlu bir federasyonun oluşturulması için Kıbrıs Cumhurbaşkanı’nın ortaya
koyduğu çabaları destekliyoruz.
Ayrıca İsrail’in
yanında, 1967 sınırlarında ve başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, kalıcı ve
egemen Filistin devletinin kurulması için verdikleri mücadelede Filistin
halkıyla ve barış hareketiyle dayanışmamızı dile getiriyoruz. Buna paralele
olarak, işgalin sona ermesi ve Filistin halkının haklı mücadelesinin başarıya
ulaşması için Filistinlilerle birlikte İsrail içerisinde mücadele eden güçleri
selamlıyoruz.
İşgal güçlerinin ve İsrail ordusunun barbarlığından Filistin halkının kurtulmasını talep ediyoruz.
Filistin
devletinin BM üyesi bir devlet olarak tanınmasını talep ediyoruz.
Dostlar,
Yunanistan Uluslararası Yumuşama ve
Barış Komitesi Orta Doğu’da giderek artan gerilimi dikkatle ve özel bir
endişeyle izlemektedir.
AB, ABD ve NATO’nun bölgeye emperyalist müdahalelerinin tehlikeli bir
şekilde yoğunlaşması Rusya ve Çin ile sert rekabetlerinin yaşandığı koşullarda
tüm bölge halkları açısından yıkıcı sonuçları olacak olan önce Suriye ve İran
aleyhine başlatılıp ardından genel bir savaşa sürükleyecek büyük tehlikeleri
içermektedir.
Suriye’nin iç işlerine (siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri) her yoldan
müdahale eden emperyalist güçler aynı esnada yeni bir emperyalist savaşı
gerekçelendirmek için ellerindeki medya araçlarıyla halkları yanlış
bilgilendirmeye devam ediyorlar. Suriye’de yaşanan gelişmeler Irak’taki,
Afganistan’daki ve Libya’daki işgalin devamıdır.
Suriye’deki kriz iç “demokrasi” sorunu
olarak ortaya çıktı. Ancak bu, burjuva kurmaylar tarafından “Arap Baharı” diye
adlandırılan emperyalist müdahaleler zincirinin bir halkasıdır.
Durumu daha da çarpıcı olan Libya’da
rejim aleyhtarlarını ve emperyalist savaşı örgütlediklerini burjuvaların bizzat
kendileri itiraf ettiler.
Libya’ya yapılan emperyalist
saldırının demokrasinin inşası adına yapıldığının söylendiğini, ama savaşın
emperyalistler arası rekabet çerçevesinde ülkenin hidrokarbon yataklarının
paylaşımı için yapıldığını hatırlatmak istiyoruz.
Suriye’ye ilişkin durumun ardında da
aynı mesele var. Petrol, doğal gaz, bunların ulaşım yolları ve aslan payını
hangi tekellerin alacağı konusu var.
Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan
hareketlenme ve ABD, Fransa, Büyük Britanya, Rusya ve Çin gibi birbirleriyle
rekabet halindeki güçlerin savaş gemilerinin bölgeye yığılması Suriye’ye ve
muhtemelen İran’a karşı askeri müdahale için hazırlıklar yapıldığı sonucuna
götürmektedir.
Derinleşen kapitalist kriz, enerji
kaynakları ve yolları için yaşanan rekabet, 28-29 Haziran 2004 tarihinde
İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi’nde kararlaştırılan “Yeni Orta Doğu” projesine
yönelik planlar ve bölgesel çelişkiler bölgede savaş yangınını başlatmaları için
yeterlidir.
Aynı zamanda gelişmelerin bu
aşamasında İran’ın nükleer programına ilişkin bahanelerle bu ülkeyi hedef alan
tehditler ve baskılar gündeme getirilmektedir. Halklara kaşı işlediği sayısız
suç ve cinayet hanesinde yazılı olan ve elinde nükleer silahlar olan İsrail
Orta Doğu ve Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerinin sömürülmesine yönelik bu
uğraşılarda başı çeken güçler arasındadır.
Bu açıdan bakıldığında,
Yunanistan ve İsrail arasında ortak tatbikatlarla askeri işbirliğinin
geliştirilmesi özünde bölge halkları aleyhine her tür müdahaleye Yunanistan’ın
daha büyük katılımının olması demektir.
Ortak
mücadele arkadaşlarımız, dostlar,
Gelişmeler
göstermektedir ki, alarma geçmenin vakti gelmiştir.
Halklarımız ücretler, emekli maaşları, sigorta ve
sosyal hakları için her gün verdikleri mücadelelerin yanı sıra, bölgemizi yeni
bir kan gölüne çevrilmesine ülkelerimizin her hangi bir biçimde karışmasının
önüne geçmek için Suriye ve İran’a karşı yapılacak bir saldırıya karşı
mücadelede de kararlı bir şekilde yer almalıdırlar.
Savaş politikanın şiddet yoluyla sürdürülmesidir.
Büyük ekonomik kuruluşların kârlarını daha fazla
arttırmaları için halkları sömüren politikalar rekabetin ve gerginliklerin
yoğunlaşmasına, emperyalist savaşlara götürmektedir.
Tarih
bunu kanıtlamıştır.
Suriye halkı, bölge
halkları kapitalist sömürüye karşı mücadele ederek ve emperyalist oyunları ve
müdahaleleri boşa çıkararak, kendi ülkelerinin siyasi sorunlarını çözme ve
kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptir.
Halkların müdahalelere karşı direnmesi, emperyalist savaşa ve buna yol açan
kapitalist sisteme birlikte karşı çıkmaları şarttır.
Yunanistan
Uluslararası Yumuşama ve Barış Komitesi NATO’nun ve Avrupa Konseyi’nin 29
Haziran’da Suriye ve İran hakkında Yunanistan hükümetinin de desteğiyle
aldıkları kararları kınamıştır. Bu kararlar bölgede savaş hazırlıklarının
yoğunlaştırılmasının işaretidir.
Bölgemizdeki
halkları mücadele hazırlığı içerisinde olmaya ve ülkelerinin hükümetlerinden
şunları talep etmeye çağırıyoruz:
·
Suriye ve İran’a karşı hazırlanan
savaşlarda ülkelerimiz hiçbir biçimde yer almamalıdır.· Bölgemizdeki başka halklara karşı saldırılarda ülkelerimizin sıçrama tahtası olarak kullanılmasına izin verilmemelidir. Halkları katledenlere ne toprak, ne hava, ne de su verilmemelidir.
· Emperyalistlerin ülkelerimizdeki üsleri kullanılmamalı, derhal şimdi kapatılmalıdır.
· Olası bir savaşa Yunanistan’ı şu ya da bu biçimde karıştıracak hiçbir “konvansiyonel yükümlülük” yerine getirilmemelidir.
· Sınırlarımızın dışında emperyalist misyonlarda yer alan ülkemizin askeri ve polis güçleri derhal şimdi geri dönmelidir.
Emperyalizme
asla boyun eğmeyeceğiz!
Tek süper
güç halklardır!
Δεν υπάρχουν σχόλια:
Δημοσίευση σχολίου