3/1/13

EDON’un 17. Kıbrıs Kongresi’ne yönelik tezlerinden bölümler: Dünyamız ve Sol




“Özgürlük, eğitim, iş için mücadelelerimizi güçlendiriyoruz” belgisi altında
4, 5 ve 6 Ocak 2013 tarihlerinde Lefkoşa’da yapılacak olan
EDON’un 17. Kıbrıs Kongresi’ne yönelik tezlerinden bölümler:

BÖLÜM I

Dünyamız ve Sol

(a) Uluslararası Gerçeklik

Küresel ekonomik kriz

Birleşik Demokratik Gençlik Örgütü EDON’un 16. Kıbrıs Kongresi sonrası geçen 3 yılda uluslararası alanda küresel kapitalist krizin derinleşmesi hâkim olmuştur ve bu gerçeklik, Marksist klasiklerin teorik analizlerini haklı çıkarmaya devam etmektedir.

16. Kongre tezlerinde de belirttiğimiz gibi, yaşanan küresel kriz, kapitalizmin son yıllarda kaydedilen alışılmış dönemsel ve sınırlı krizlerinden farklıdır. Bu krizin, başlangıçta finans piyasalarının krizi olarak ortaya çıkmasına rağmen, sistemin kalbi ve doğrudan üretim ilişkileriyle ilgili olması sebebiyle, daha büyük bir derinliğinin olduğu ve daha uzun sürdüğü her geçen gün kanıtlanmaktadır. Kapitalizmde üretimi arttırmak için tek motivasyon daha fazla kârın teminat altına alınmasıdır. Sermaye, toplumun ihtiyaçları ile ilgilenmez. Daha fazla kâr elde etmek için, faaliyetlerini genişletir, daha çağdaş teknolojiyi getirir, çalışanların sömürüsünü arttırır ve piyasaya daha fazla hizmet ve daha büyük hacimde mal sürer. Sermayenin kârını arttırma yönündeki açgözlülüğü ve yegâne yaratıcılığı, ekonomik refah döneminde toplanan birikmiş sermayenin tekrar yatırıma dönüşmesi ihtiyacının bir getirisi olarak finansal yan ürünlerin veya "toksik" ürünlerin oluşturulmasına sebep olmuştur.

Rekabet adına, neoliberal kapitalist kalkınma modelinin, tüm dünyada bedeli ne olursa olsun halklar ve çalışanlar aleyhine dayatılma çabası krizin şiddetli bir şekilde patlak vermesine katkıda bulunmuştur. Diğer taraftan, bu krizin sistem krizi olduğu ve doğrudan kapitalizmin doğasıyla bağlantılı olduğu açıkça görülmektedir. Krizin kökleri, üretimin toplumsal bir karaktere sahip olmasını, ama üretimin sonucunun da bir azınlık tarafından gasp edilmesini isteyen kapitalizmin temel çelişkisinde bulunmaktadır.

Tam da bu nedenden dolayı, toplumun tümünü ilgilendirmektedir. Dünyanın kapitalizmin kendini türetme zorluğu çektiği bölgelerinde insanlar açlığa, yoksulluğa ve sefalete mahkûm edilmektedir. Bu bölgelerden kapitalizmin geliştiği ülkelere doğru –bu ülkelerin bunu sürekli sınırlama çabalarına rağmen– büyük göç dalgaları başlamakta ve bu dalgaların boyutları ve sıklıkları da özellikle umutsuzluk sebebiyle artmaktadır. Göç dalgaları izlenen farklı politikalarla sonuç alıcı bir şekilde denetlenememektedir.

Kâr uğruna çevre de feda edilmektedir. sermaye tarafından ekosisteme yapılan düşüncesiz müdahalelerin bir sonucu olan doğal felaketler artık alışılagelmiş bir fenomen halini almıştır ve insanlık ise buna karşı mücadele etmek için tepki göstermekte zaaf göstermektedir. Aynı zamanda kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde de durum benzer bir şekilde trajiktir. İşsizlik sürekli olarak artmakta ve artık her ekonomik konjonktürden bağımsız olarak daimi bir karakter sergilemektedir. Avrupa ülkelerinde sosyal devlet erozyona uğramakta, çalışanların ve emeklilerin maaşları düşürülmekte, çalışma saatleri arttırılırken ucuz ve esnek çalışma yasallaştırılmakta, kamu kuruluşları özel sektöre satılmaktadır. Aynı zamanda ülkeler, işletmeler ve insanlar ağır derecede borç içinde bulunmaktadırlar.

Krizin ortaya çıkmasından beş yıl sonra, küresel ekonomik oligarşi, sermayenin küreselleşmesinin adaletsiz, eşitsiz ve zorba karakterini saklama çabasında zorluklarla karşılaşmaktadır. Bununla birlikte çalışma ilişkilerinin düzensizleştirilmesi, esnek çalışma modellerinin dayatılması, çalışanların haklarının ihlal edilmesi, sosyal devletin daraltılması, başta sağlık hizmetleri ve eğitim olmak üzere sosyal refahın önemli alanlarının ticari hale getirilmesi ve kamu sektörünün özel sermayeye satılması, yani temel olarak halk karşıtı politikaların dayatılması ile neoliberal küreselleşmenin idealleştirilmesi operasyonu devam ettirilmektedir. Özünde krizin yükünü çalışanların ve halk katmanlarının sırtına yüklemeye çalışıyorlar. Sözün kısası, bu krizden çıkarken, şu ya da bu şekilde, kapitalist sistemin sömürüsünün kurbanı olan çalışanları daha fazla sömürmeyi istiyorlar. Krizin patlak vermesi sonrası, ülkelerin belirli politikalar aracılığıyla bankalarını destekleme çabaları kapitalist kalkınmanın korunmasında burjuva devletin rolünü kanıtlamaktadır. Krizden çıkma yolu olarak "Keynesçi modellere" dönüşe ilişkin sosyal demokrat yaklaşımlar veya "yeşil" kalkınmaya ilişkin bildiriler hiçbir durumda kriz karşı köklü çözümleri teşkil etmemektedirler. Buna ek olarak, Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları da halk karşıtı politikaların uygulanma çabasını ve halkların aleyhine oynanan borsa oyunlarını güçlendirmektedir.

Bir yandan yoksulluğun yayılması ve diğer yandan servetin giderek daha az elde birikimi arasındaki kapitalizmin karakteristik çelişkisi keskinleşmektedir. Sahra altı Afrikası’nda ve Güney Asya'da, 2010 yılında nüfusun %70'inden fazlası (günde 2 dolarlık gelire denk gelen) yoksulluk sınırının altında yaşamaktaydı, diğer taraftan aynı yıl dünyanın Gayrı Safi Hâsılası kişi başına 18 bin dolardı. Bugün dünya nüfusunun en yoksul %40'ı dünyadaki zenginliğin %5'ine, öte yandan dünya nüfusunun en zengin %20'si ise dünya zenginliğinin %75'ine sahip durumdadır. İnsanlığın en azından %80'i günde 8 dolardan az bir parayla yaşamakta, her gün 25 bin çocuk yoksulluk sebebiyle ölmekte, okuma yazma bilmeyenlerin sayısı 1 milyar düzeyinde hesaplanmakta ve su sorunu insanlığın yarısına eziyet çektirmektedir.

Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi emperyalizmin elindeki alet örgütlerin kamu borçlarını bahane ederek ülkelere ve halklara dayattığı baskıcı önlemler, finans sisteminin kontrolsüz ve güvensiz işleme şartları ve tekelci-çokuluslu sermayenin yararına Dünya Ticaret Örgütü’nün dayattığı küresel ticaretin sömürücü koşulları krizi yoğunlaştırmakta, ülkelerin sosyal ve siyasi problemlerini keskinleştirmektedir.

Kapitalizmin -artık- daha barbar bir biçimde orta ve doğu Avrupa'da, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ülkelerinde ortaya çıkma süreci sosyalizmin sosyal kazanımlarını yok ederek, yeni eşitsizlik ve yoksulluk bölgeleri yaratmış ve nüfusun büyük kısmını sosyal dışlanmaya ve muhtaçlığa sürüklemiştir.

Küresel krizin kapitalizmin merkezindeki ülkelerde (ABD ve AB'de) ortaya çıkışı bu ülkelerde yoksulluğun, işsizliğin ve sosyal dışlanmanın son yıllarda dramatik boyutlar aldığı yönünde 16. Kongremizin değerlendirmesini doğrulamıştır. Kapitalist aşırı kâr elde etme mantığıyla ekonomik kalkınmanın, bir noktadan sonra insanların hayatını iyileştirmediği, tam aksine tüm dünyada yaşamın kötüleşmesine sebep olduğu kanıtlanmıştır.

Bilimin ve teknik uygulamaların sürekli olarak gelişmesine rağmen, bunların insanlığın tümü yararına değerlendirmesinde kapitalist sistemin doğasında var olan zaaf son yıllarda daha da açık bir çelişki haline gelmiştir. Kapitalist oligarşinin tek arzusu aşırı kâr elde etme hedefine hizmet eden bilimsel ve teknik yeniliklere odaklanılmasıdır. Oligarşi diğer taraftan insanların hayat koşullarını ve kültürel gelişimini iyileştirebilecek bilimsel araştırma ve ilerleme alanlarını da yok saymakta ve ihmal etmektedir.

Δεν υπάρχουν σχόλια:

Δημοσίευση σχολίου