“Özgürlük,
eğitim, iş için mücadelelerimizi güçlendiriyoruz” belgisi altında
4, 5 ve
6 Ocak 2013 tarihlerinde Lefkoşa’da yapılacak olan
EDON’un
17. Kıbrıs Kongresi’ne yönelik tezlerinden bölümler:
BÖLÜM III
Avrupa Birliği
Avrupa Birliği'nin kendine
özgü bazı özellikleri olsa da karakteri temel olarak diğer emperyalist
merkezlerden farklı değildir. Bu, hem başta kuruluş anlaşması ve zirve noktası
Lizbon (sözde Avrupa Anayasası) Anlaşması olmak üzere AB anlaşmaları, hem de
çalışanlar ve daha geniş olarak halklar karşısındaki politikaları tarafından belirlenmektedir.
AB’nin kendine özgü özellikleri ağırlıklı olarak üye ülkelerin iç rekabetleri
ve gelişmiş demokratik hareketin ve uzun yıllara dayanan siyasi, toplumsal ve
sınıfsal mücadelelerle oluşan bir siyasi kültürün bulunduğu Avrupa halklarının
gelenekleri ile ilişkilidir.
Ancak aynı zamanda AB üyesi
büyük Avrupa ülkelerindeki tekellerin ve çokuluslu büyük sermayenin arzu ve
hedefleri değişmemiştir ve bunlar neredeyse tüm üye ülkeler ve tabii AB'nin
kendisi tarafından Lizbon Anlaşması aracılığıyla resmi devlet politikası olarak
benimsenmiştir. Lizbon Anlaşması çalışanları ve sosyal devleti hedef almakta,
siyasi hakları ve özgürlükleri sınırlamakta ve Birliğin dış politikasını askeri-siyasal
kontrol amacıyla Avrupa Güvenlik Stratejisi aracılığıyla NATO’nun hedefleriyle
bağlantılı hale getirmektedir.
Bir kapitalist ekonomik
ve siyasi bütünleşme biçimi olarak Avrupa Birliği neoliberal kalkınma modelini
tamamen benimsemiştir. Öte yandan AB’nin 28 üyesinin 23'ü NATO’da yer
almaktadır. Lizbon Stratejisi’nin uygulanması Avrupa Birliği'nin 2010'a kadar
halk karşıtı faaliyeti ve aşırı kârcı sermayesi için bir pusula işlevi görmüş
ve sadece iddia edilen sonuçları getirmemekle kalmayıp, aynı zamanda krizin
patlamasına katkıda bulunmuş ve krizin sonuçlarını da derinleştirmiştir. 3 Mart
2010 tarihinden itibaren Lizbon Stratejisi’nin devamı olan Avrupa 2020
Stratejisi de aynı mantıkla hareket etmektedir.
Avrupa Birliği'nin
Libya'daki, Suriye'deki ve genel olarak Orta Doğu ülkelerindeki gelişmeler
konusundaki son tutumu ve Balkanlarda Yugoslavya'ya yapılan yasadışı
müdahaledeki, Karabağ'ın ayrılığa ve Kosova'nın da sözde bağımsızlığa teşvik
edilmesine yönelik tutumu, ayrıca Ukrayna ve Gürcistan gibi eski Sovyetler
Birliği ülkelerinin iç işlerine kabul edilemez müdahalelerindeki tutumları,
Kosova, Kongo, Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti ve Afrika'daki “koruyucu”
askeri misyonları AB'nin, emperyalizmin diğer bir güçlü merkezinden başka bir
şey olmadığını açıkça göstermektedir.
Avrupa Birliği'nin lider
ülkeleri arasındaki veya Avrupa Birliği’nin ABD ile olası görüş ayrılıkları
temel olarak emperyalizm içi çelişkiler ve rekabetler olarak görülmelidir. Emperyalizm
içi rekabetler her düzeyde gelişmekte ve sadece daha önce bahsedilen devletleri
değil, aynı zaman diğer devletleri, devlet gruplarını veya uluslararası tekelleri
de ilgilendirmektedir.
Bu çerçeve içerisinde
Avrupa Birliği son yıllarda küresel egemenlik sisteminin şekillenmesinde
belirleyici bir rol oynamak istemektedir ve bu rolünü geliştirebilmek amacıyla kriz
yönetimi için sınırlar dışında hareket etme olanağına sahip bir Avrupa
ordusunun kurulması, seyyar bir polis gücünün oluşturulması, Lizbon Anlaşması’nın
oylanması ve bir Avrupa kalesinin yaratılması doğrultusunda çaba göstererek
gerekli kurumların ve mekanizmaların yaratılması yönünde ilerlemektedir.
Bu gelişmeler aynı
zamanda Avrupa halklarının rızaları olmaksızın ve aleyhlerine gerçekleşmektedir.
NATO ile beraber yapılandırılan işbirliğini ve neoliberal kapitalist modeli
kurumsallaştırarak dayatmak için "Avrupa Anayasası" - Lizbon Anlaşması
yaratılmıştır. Giderek daha sık bahsedilen demokrasi eksikliği Avrupa
Birliği'nin bir zaafı değil, doğuştan gelen bir karakteristiğidir. Nitekim reddedilen
Avrupa Anayasası’nın başka bir isimle tekrar getirilmesi ve üye ülkelerde
referanduma gidilmesinin peşinen yasaklanması Avrupa Birliği'nin, politikaları
için arzuladığı yasallığın sadece bir bahane olduğunu açıkça kanıtlamaktadır.
Avrupa Birliği'nin lider
çevrelerinin neoliberalizme canla başla bağlılıkları tek başına küresel krizin
sebebi değilse de, krizin daha da keskin bir biçimde patlak vermesinde katalizör
rolü oynamıştır. İşsizlik, yoksulluk, evsizlik, sosyal dışlanma ve AB nüfusunun
geniş kesimlerinin marjinalleşmesi problemlerinin son yıllarda artması bu
politikanın bir ürünüdür. Lizbon Stratejisi, özellikle yeniden düzenlenmiş
haliyle, hem çalışanların haklarının azaltılması, hem de iş adamları için
gereken motivasyonların yasalaştırılmasıyla sermayenin kârını arttırmayı hedeflemektedir.
Buna paralel olarak, kamu sektörünün küçültülmesini ve sosyal devletin yok
edilmesini hedeflemektedir. Bu süreç, çalışanlar arasında ortak mücadele için sınıfsal
cephenin kurulması yerine rekabetçi ilişkilere yol açmaktadır.
Ayrıca istihdamın
arttırılması için gösterilen sözde çabalar işsizlik ile mücadeleye değil,
istihdamın parçalanıp, çalışanların ücretlerinin düşürülmesine yol açtığı
özellikle vurgulanmalıdır. Yani işverenlerin zenginliği değil, çalışanların
yoksulluğu paylaşılmaktadır.
Bir dizi ülkede muhafazakâr,
halk karşıtı önlemlerin dayatılmasının ve sosyal baskının ek bir sonucu olarak,
ırkçı ve neofaşist hareketlerin seçim başarılarıyla gelişmeleri ve
kitleselleşmeleri için uygun zeminin yaratıldığı da görülmektedir.
Brüksel'den çıkan
reçeteler ve sosyo-ekonomik politikalarının uygulanmasında var olan önemli
sınırlamalar içerisinde, Kıbrıs'ta halkın yararına ilerici politikaların
uygulanması için mücadele ediyoruz. Böyle bir politikanın uygulanmasının
mümkünlük derecesi Kıbrıs'taki siyasi ve sosyal güç dengeleri temelinde, güçlü olmaya
devam etmesi gereken partimizin ve tüm Halk Hareketi’nin örgütlenme ve müdahale
gücü temelinde belirlenecektir.
Δεν υπάρχουν σχόλια:
Δημοσίευση σχολίου