4/1/13

EDON’un 17. Kıbrıs Kongresi’ne yönelik tezlerinden bölümler: Avrupa Birliği



“Özgürlük, eğitim, iş için mücadelelerimizi güçlendiriyoruz” belgisi altında
4, 5 ve 6 Ocak 2013 tarihlerinde Lefkoşa’da yapılacak olan
EDON’un 17. Kıbrıs Kongresi’ne yönelik tezlerinden bölümler:
BÖLÜM III

Avrupa Birliği

Avrupa Birliği'nin kendine özgü bazı özellikleri olsa da karakteri temel olarak diğer emperyalist merkezlerden farklı değildir. Bu, hem başta kuruluş anlaşması ve zirve noktası Lizbon (sözde Avrupa Anayasası) Anlaşması olmak üzere AB anlaşmaları, hem de çalışanlar ve daha geniş olarak halklar karşısındaki politikaları tarafından belirlenmektedir. AB’nin kendine özgü özellikleri ağırlıklı olarak üye ülkelerin iç rekabetleri ve gelişmiş demokratik hareketin ve uzun yıllara dayanan siyasi, toplumsal ve sınıfsal mücadelelerle oluşan bir siyasi kültürün bulunduğu Avrupa halklarının gelenekleri ile ilişkilidir.

Ancak aynı zamanda AB üyesi büyük Avrupa ülkelerindeki tekellerin ve çokuluslu büyük sermayenin arzu ve hedefleri değişmemiştir ve bunlar neredeyse tüm üye ülkeler ve tabii AB'nin kendisi tarafından Lizbon Anlaşması aracılığıyla resmi devlet politikası olarak benimsenmiştir. Lizbon Anlaşması çalışanları ve sosyal devleti hedef almakta, siyasi hakları ve özgürlükleri sınırlamakta ve Birliğin dış politikasını askeri-siyasal kontrol amacıyla Avrupa Güvenlik Stratejisi aracılığıyla NATO’nun hedefleriyle bağlantılı hale getirmektedir.

Bir kapitalist ekonomik ve siyasi bütünleşme biçimi olarak Avrupa Birliği neoliberal kalkınma modelini tamamen benimsemiştir. Öte yandan AB’nin 28 üyesinin 23'ü NATO’da yer almaktadır. Lizbon Stratejisi’nin uygulanması Avrupa Birliği'nin 2010'a kadar halk karşıtı faaliyeti ve aşırı kârcı sermayesi için bir pusula işlevi görmüş ve sadece iddia edilen sonuçları getirmemekle kalmayıp, aynı zamanda krizin patlamasına katkıda bulunmuş ve krizin sonuçlarını da derinleştirmiştir. 3 Mart 2010 tarihinden itibaren Lizbon Stratejisi’nin devamı olan Avrupa 2020 Stratejisi de aynı mantıkla hareket etmektedir.

Avrupa Birliği'nin Libya'daki, Suriye'deki ve genel olarak Orta Doğu ülkelerindeki gelişmeler konusundaki son tutumu ve Balkanlarda Yugoslavya'ya yapılan yasadışı müdahaledeki, Karabağ'ın ayrılığa ve Kosova'nın da sözde bağımsızlığa teşvik edilmesine yönelik tutumu, ayrıca Ukrayna ve Gürcistan gibi eski Sovyetler Birliği ülkelerinin iç işlerine kabul edilemez müdahalelerindeki tutumları, Kosova, Kongo, Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti ve Afrika'daki “koruyucu” askeri misyonları AB'nin, emperyalizmin diğer bir güçlü merkezinden başka bir şey olmadığını açıkça göstermektedir.

Avrupa Birliği'nin lider ülkeleri arasındaki veya Avrupa Birliği’nin ABD ile olası görüş ayrılıkları temel olarak emperyalizm içi çelişkiler ve rekabetler olarak görülmelidir. Emperyalizm içi rekabetler her düzeyde gelişmekte ve sadece daha önce bahsedilen devletleri değil, aynı zaman diğer devletleri, devlet gruplarını veya uluslararası tekelleri de ilgilendirmektedir.

Bu çerçeve içerisinde Avrupa Birliği son yıllarda küresel egemenlik sisteminin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamak istemektedir ve bu rolünü geliştirebilmek amacıyla kriz yönetimi için sınırlar dışında hareket etme olanağına sahip bir Avrupa ordusunun kurulması, seyyar bir polis gücünün oluşturulması, Lizbon Anlaşması’nın oylanması ve bir Avrupa kalesinin yaratılması doğrultusunda çaba göstererek gerekli kurumların ve mekanizmaların yaratılması yönünde ilerlemektedir.

Bu gelişmeler aynı zamanda Avrupa halklarının rızaları olmaksızın ve aleyhlerine gerçekleşmektedir. NATO ile beraber yapılandırılan işbirliğini ve neoliberal kapitalist modeli kurumsallaştırarak dayatmak için "Avrupa Anayasası" - Lizbon Anlaşması yaratılmıştır. Giderek daha sık bahsedilen demokrasi eksikliği Avrupa Birliği'nin bir zaafı değil, doğuştan gelen bir karakteristiğidir. Nitekim reddedilen Avrupa Anayasası’nın başka bir isimle tekrar getirilmesi ve üye ülkelerde referanduma gidilmesinin peşinen yasaklanması Avrupa Birliği'nin, politikaları için arzuladığı yasallığın sadece bir bahane olduğunu açıkça kanıtlamaktadır.

Avrupa Birliği'nin lider çevrelerinin neoliberalizme canla başla bağlılıkları tek başına küresel krizin sebebi değilse de, krizin daha da keskin bir biçimde patlak vermesinde katalizör rolü oynamıştır. İşsizlik, yoksulluk, evsizlik, sosyal dışlanma ve AB nüfusunun geniş kesimlerinin marjinalleşmesi problemlerinin son yıllarda artması bu politikanın bir ürünüdür. Lizbon Stratejisi, özellikle yeniden düzenlenmiş haliyle, hem çalışanların haklarının azaltılması, hem de iş adamları için gereken motivasyonların yasalaştırılmasıyla sermayenin kârını arttırmayı hedeflemektedir. Buna paralel olarak, kamu sektörünün küçültülmesini ve sosyal devletin yok edilmesini hedeflemektedir. Bu süreç, çalışanlar arasında ortak mücadele için sınıfsal cephenin kurulması yerine rekabetçi ilişkilere yol açmaktadır.

Ayrıca istihdamın arttırılması için gösterilen sözde çabalar işsizlik ile mücadeleye değil, istihdamın parçalanıp, çalışanların ücretlerinin düşürülmesine yol açtığı özellikle vurgulanmalıdır. Yani işverenlerin zenginliği değil, çalışanların yoksulluğu paylaşılmaktadır.

Bir dizi ülkede muhafazakâr, halk karşıtı önlemlerin dayatılmasının ve sosyal baskının ek bir sonucu olarak, ırkçı ve neofaşist hareketlerin seçim başarılarıyla gelişmeleri ve kitleselleşmeleri için uygun zeminin yaratıldığı da görülmektedir.

Brüksel'den çıkan reçeteler ve sosyo-ekonomik politikalarının uygulanmasında var olan önemli sınırlamalar içerisinde, Kıbrıs'ta halkın yararına ilerici politikaların uygulanması için mücadele ediyoruz. Böyle bir politikanın uygulanmasının mümkünlük derecesi Kıbrıs'taki siyasi ve sosyal güç dengeleri temelinde, güçlü olmaya devam etmesi gereken partimizin ve tüm Halk Hareketi’nin örgütlenme ve müdahale gücü temelinde belirlenecektir.

Δεν υπάρχουν σχόλια:

Δημοσίευση σχολίου