4.12.2012
Yurttaşlar,
Yurdumuzun içinden geçtiği bu zor
anlarda, küresel ekonomik krizin yurdumuz üzerindeki etkilerinden dolayı
hepimizin hissettiği acı ve endişeleri sizinle paylaşmak için size
sesleniyorum. Ancak küresel krizin ve Avro Bölgesi’ndeki krizin etkilerinden
öte, ülkemizdeki durum esas olarak bazı iç faktörlerin faaliyetlerinden dolayı
ağırlaşmıştır.
Mantıki her yurttaş haklı olarak şunu
kendi kendisine sormaktadır: Bugün içinde bulunduğumuz kötü duruma neden vardık?
Neden İstikrar Mekanizması’na başvurma zorunda kaldık? Neden Troyka ile
müzakere yapma ve itiraf etmek gerekir ki acı veren bir ön anlaşmaya varma
zorunda kaldık?
Önümüzdeki ikilemlerin neler olduğunu
ve neden somut kararları içimiz kan ağlayarak almak zorunda kaldığımızı sizinle
paylaşmak için size sesleniyorum.
Net bir şekilde belirtmek istiyorum ki,
Avrupa İstikrar Mekanizması’na başvurmamız tercihimiz değildi. Mekanizma’ya
başvuran devletlerin olumsuz ve acı tecrübelerini dikkate alarak ve Troyka’nın
uyguladığı politikaları bilerek, bundan kaçınmak için pek çok çaba harcadık.
Bazılarının Avrupa kurumlarından kaçındığımız yönündeki iddialarıyla içte eleştirilere
maruz kalmamıza rağmen, başka finansman kaynakları aradık.
Maalesef gerekli finansmanı
sağlayabilmemiz mümkün olmadı. Bir büyük Kıbrıs bankasının Avrupa Birliği
tarafından belirlenen zaman süresi içerisinde yeniden sermayelendirilemediği
andan itibaren, bu bankanın ülke ekonomisini iflasa sürükleyecek çöküşünden önce,
Mekanizma’ya başvurmak zorunda kaldık.
Pek çok yurttaşımız kendi kendisine şunları
sormaktadır: Bankaların bazı üst düzey yönetici kadrolarının ağır hatalarını,
dikkatsizliklerini, hatta olası usulsüzlüklerini neden biz ödemek zorundayız?
Bankacılık sisteminin Merkez Bankası ve eski Başkanı tarafından hatalı denetiminin
bedelini neden biz ödemek zorundayız?
Banka yönetimlerinin kararlarının ve
Merkez Bankası’nın hatalı denetiminin Kıbrıs’a milyarlarca avroya mal olduğu ve
bunu karşılamak için Mekanizma’ya başvurma zorunda kaldığımız bir gerçektir.
Somut olarak: Kıbrıs bankalarının Yunan
tahvillerine yatırımlarından dolayı kayıpları yaklaşık dört milyar avrodur.
Ancak bunun yanı sıra Merkez Bankası’nın eski Başkanı’nın onayıyla Marfin
Egnatia Bankası’nın Yunanistan’daki yan şirketten bir Kıbrıs bankası haline
dönüştürülmesinden ekonomimizin uğradığı zarar da bir o kadardır. Bankaların
Yunanistan’a verdikleri sallantıda olan kredilerin yol açtığı kayıplar da vardır.
Tüm bu büyük bedeli maalesef Kıbrıs devleti karşılamakla yükümlüdür.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İstikrar
Mekanizması’ndan alacağı borçtan on milyar avroya kadar ulaşacak kısmının
bankaların desteklenmesine tahsis edilmesi gerekecektir ve sadece 1,5 milyarı
devletin açıklarının karşılanması için kullanılacaktır.
Bu rakamlar büyük krize bankacılık
sisteminin yol açtığını göstermektedir. Kriz ekonomide on yıllar boyunca
birikmiş olan yapısal zaafları ve çarpıklıkları ağırlaştırmış ve bunun
sonucunda sorunlar daha büyük ve baskı yapar hale gelmiştir.
İçinde bulunduğumuz duruma ilişkin
bankaların sorumluluklarından bağımsız olarak, bankaları çökmeye bırakamazdık.
Bu, ülke ve halk karşısında sorumsuz bir tutum ve ağır bir hata olurdu.
Bankacılık sisteminin çöküşü beraberinde tüm ekonomiyi yıkıma sürükler ve
halktan binlerce aileyi tarif edilemeyecek mutsuzluğa boğardı.
Bankacılık sistemini destekleme
kararımızla, özünde ülkemizin ekonomisini destekliyoruz. Aksi takdirde durum,
bugün olduğundan çok daha kötü olacaktı ve sıradan insanlar çok daha fazla acı çekecekti.
Bankacılık sistemi hakkında yapılmakta
olan araştırmaların kararlı bir şekilde sonuna kadar sürdürülmesi, bu
araştırmaların sonuçları temelinde sorumlulukların belirlenmesi ve suçluların
cezalandırılması gerektiği görüşündeyim. Hükümet ve şahsen ben, gerçeğin ortaya
çıkması ve adaletin sağlanması için elimizden gelen her şeyi yapacağız.
Yurttaşlar,
İstikrar Mekanizması’na başvurma
zorunda kaldığımız anda, Troyka’nın taleplerinde ve koşullarında değişiklik olanaklarının
sınırsız olamayacağını biliyorduk. Bunun için hedeflerimizde önceliklerimizi
belirledik ve bunları başarmak için talep eden bir politika izledik.
Troyka ile müzakere tam dört ay sürdü.
Sadece bu dahi, tartışmasız çok zor koşullarda ve çok baskıcı ikilemler
altında, ne kadar çetin müzakerelerde bulunduğumuzu göstermektedir.
Bir yandan uluslararası basında
ülkemizin maruz kaldığı sürekli iftiralara karşı koyma durumundaydık. Diğer
yandan da, içte, memorandumun alelacele imzalanması için sürekli baskıyla karşı
karşıyaydık.
Cumhurbaşkanı’nın imzalayıp
imzalamayacağına dair üstünkörü varsayımlara dayalı iddialara, bankacılık
sistemimizin çökmesi ve ödemelerin durması tehlikesinden sürekli olarak söz
eden görüşlere karşı koyma durumundaydık. Halkımızın güçlü birliğinin şart
olduğu bu anda, böylesi tutumları yorumlamak istemiyorum. Ancak tüm bunların,
konunun özünden uzaklaştırmaya ve Troyka karşısında müzakere konumumuzu zayıflatmaya
yönelik genel bir atmosfer yarattığının altını çizmeliyim.
Bakanların memorandumun imzalanmasını
istediğinin ve Cumhurbaşkanı’nın bunu reddettiğinin söylendiğini Avrupa
Birliği’nin en resmi ağızlarından duyma noktasına vardık. Anladığınız gibi, bu
dedikodu, nereden gelirse gelsin, müzakere konumumuzu sabote eden ve korkunç zararlar
veren bir iftiradır.
Biz ana hedefler olarak önümüze
koyduklarımızı başarmak için müzakerelerde tüm olanakları değerlendirdik.
Hidrokarbon rezervlerinin
değerlendirilmesinde ulusal kontrolü muhafaza etmeyi hedefledik. Bunu başardık!
Troyka’nın memorandumu borçların ödenmesine ilişkin planlama ve rezervlerin
değerlendirilmesinden sağlanacak gelirlerin ödemede öncelikli olarak
kullanılması hakkında ortak karar alınmasına ilişkin maddeler içermekteydi. Üzerinde
anlaşmaya varılanlar temelinde planlarımız hakkında biz karar vereceğiz. Gelirleri
alt yapı yatırımları ve gelecek nesiller için kullanabiliriz. Doğal olarak,
gelirlerin bir kısmı borcun ödenmesinde kullanılacaktır. Doğal gazın
değerlendirilmesi yurdumuz ve vatanımız için büyük bir gelecek perspektifini
teşkil etmektedir.
Kâr getiren yarı kamusal kuruluşların
özelleştirilmesinden kaçınmayı hedefledik. İlk memorandum taslağında özelleştirilmesi
gereken yarı kamusal kuruluşlara ismen atıfta bulunuluyordu. Bu atıf silindi ve
özelleştirmeden kaçınılmasının perspektifini yarattık. Bu düzenleme bizi tam
olarak tatmin etmedi. Ancak somut yarı kamusal kuruluşların
özelleştirilmesinden kaçınmak için müzakerelere devam etmemiz yönünde bize
olanak sağlamaktadır.
Çalışanların ve halkın kurumsal
kazanımlarının ortadan kaldırılmasını engellemeyi hedefledik. Eşel Mobil
sisteminin ve 13. maaşların kaldırılmasını kabul etmedik, çünkü kaldırılan
kazanımlar tekrardan çok zor geri getiriliyor.
Memorandumla ortaya çıkan bedelin ücretlere
göre paylaşılması için ücretlilerin katkısının eşit değil, basamaklı bir
şekilde olmasını hedefledik. Görüşü farklı olan Troyka’yı bu yaklaşımı kabul
etmesi için ikna ettik.
Halkımız açısından bir kazanımı ve
güvenceyi teşkil eden kooperatifçiliği kurtarmayı hedefledik ve sonuçta bunu
başardık.
Krize yol açan bankacılık sisteminin
hızlı bir biçimde düze çıkmasını hedefledik. İçine girdiğimiz kötü durumdan
bankaların sorumlu olduğunu herkes itiraf etmektedir. Bunu Troyka, Avrupa Birliği
ve Derecelendirme Kuruluşları da belirtmektedir. Eğer bankaların sorunu
olmasaydı, kamu ekonomisinin mevcut sorunları ile yapısal sorunlardan bağımsız,
Kıbrıs’ın herhangi bir mekanizmaya katılma ihtiyacı olmayacaktı.
Biz, asla yanılmazlık iddiasında
olmadık. Ancak bu, her şeyin Cumhurbaşkanı’na ve Hükümet’e yüklemenin bahanesi
olamaz. Özellikle de bankalar konusunda. AB Tüzüğü’ne göre, bankacılık
sisteminin düzenlenmesinin ve denetiminin sorumluluğu Hükümetler’e değil,
tamamen Merkez Bankaları’na aittir.
Bugün yaşadığımıza benzer durumların
tekrarlanmasını olasılık dışı bırakmak için bankacılık sistemimizi yeniden
biçimlendirmeliyiz. Çok kısa bir süre içerisinde bankaları büyümeyi finanse
edecek ve ekonomiyi destekleyecek bir duruma getirmeliyiz. Sistem iyileştirilmeli,
keyfiliklere son verilmesi için daha iyi denetim ve daha sıkı kontrol
olmalıdır.
Yurttaşlar,
Ben memorandumu ideal ve durumu güzel
göstermeye çalışacak en son insanım. Memorandumda gerçekten acı verici pek çok
önlem yer almaktadır. Farklı koşullar altında tartışmayı bile asla kabul
etmeyeceğim önlemler yer almaktadır. Ancak her zaman ertesi gün ne olacağının
kaygısını taşıyordum. Bankacılık sistemi çökerse ve ülke ekonomisi iflas ederse
ne olacağının kaygısını taşıyordum.
Memorandumun uygulamasının ülke
sakinlerine büyük zorluklar yaratacağının tamamen bilincindeyim.
Önümüzdeki yıllarda herkesin yaşayacağı
sıkıntıların tamamen bilincindeyim. Sıradan insanların hissettiği kaygıları,
belirsizlikleri ve güvensizliği tamamıyla anlıyorum. Özellikle işsizlerin,
nüfusun hassas gruplarının, düşük ücretlilerin ve düşük emeklilik maaşı
alanların yaşayacağı sıkıntıları tamamıyla anlıyorum.
Bütün bu süre boyunca krizden en kısa
sürede çıkabilmek ve ülkemizi yeniden kalkınma ve ilerleme yoluna koyabilmek
için çetin mücadeleler verdik. Çünkü halkımızın yapmak zorunda kaldığı
fedakârlıkların ancak o zaman bir anlamı olacaktır.
Biz bu mücadeleyi, her zaman olduğu
gibi, ülkemize ve halkımıza karşı yüksek bir sorumluluk duygusu içerisinde
verdik. Böylesi anlar popülizm yapmanın ve ucuz laflar söylenin zamanı değildir.
Ama aynı zamanda nihilist yaklaşımların ve felaket tellallığı yapmanın da zamanı
değildir. Popülizm ve felaket tellallığı ülkeye zarar verir. Panik ve umutsuzca
davranışlar ekonomide dağınıklığa ve toplumsal yapıda parçalanmaya yol açar.
Yaşadığımız bu anlar en büyük birliği
şart koşmaktadır. Ayrıca unutulmamalıdır ki henüz hiç bir şey bitmiş değildir. Büyük
önem taşıyan bankaların yeniden sermayelendirilmesi için gerekli miktarın belirlenmesi
konusu önümüzde durmaktadır. Kıbrıs’ın memorandumu için Avrupa Birliği’nde ve
üye devletlerde izlenecek prosedürler önümüzde bulunmaktadır. Bu noktalardaki
zorluklar da küçümsenmemelidir.
İşte bu nedenledir ki hepimiz konuya
sorumluluk ve ciddiyetle yaklaşmalıyız. İşte bu nedenledir ki hepimiz
koşulların gerektirdiği duruşu göstermeyi bilmeliyiz. Hepimiz, siyasi güçler,
örgütler ve medya. Çünkü daha fazla zorluklara yol açmamalıyız, ülkemize zarar
vermek isteyenlere bunu başarma fırsatını vermemeliyiz.
Ülkemizin bütün sıradan insanlarının
söylediği bir şeyi ben de sadece tekrarlamak istiyorum: Böylesi bir anda
kişisel çıkar peşinde olma lüksümüz hiç yoktur. Küçük politik hesaplar ve
seçimlere yönelik emeller peşinde olma lüksümüz hiç yoktur. Şu anda önceliği
olan şey Kıbrıs’ımızın savunulmasıdır, insanlarının yaşam kavgası ve
geleceğidir.
Yurdumuz Türk istilası ve işgalinden
neredeyse tamamen yıkıma uğradığında, 1974’ten sonra da yaptığımız gibi, birlik
içinde olursak, zorlukları bir kez daha aşabileceğimizden eminim. O zaman hepimizin
fedakârlıklarıyla ve yoğun çalışmasıyla sadece bir kaç yıl içinde ülkemizi
yeniden inşa etmiş ve ekonomimizin ayakları üzerinde dikilmesini sağlamıştık.
Aynı sorumluluğu şimdi de
gösterebiliriz. Çok kısa sürede ekonomik bir mucizeyi daha şimdi de yaratabiliriz.
Bunun için el ele verelim.
Hepimiz birlik olursak zorlukları
aşabiliriz!
Δεν υπάρχουν σχόλια:
Δημοσίευση σχολίου